Turkish
Saturday 20th of April 2024
0
نفر 0

Kâbe’de Dünya'ya Gelen Tek İnsan: İmam Ali

Ehlibeyt (a.s) Haber Ajansı ABNA - Hz. Ali b. Ebu Talip (Arapça: علي بن أبي طالب, İngilizce: Ali b. Abi Talib) (Hicretten 23 yıl önce – Hicrî 40) tüm Şia fırkalarının birinci imamı ve Ehlisünnet nezdinde Hulefa-i Raşidin’dendir (Raşid Halifeler veya Dört Büyük Halifelerden). Kendi
Kâbe’de Dünya'ya Gelen Tek İnsan: İmam Ali

Ehlibeyt (a.s) Haber Ajansı ABNA - Hz. Ali b. Ebu Talip (Arapça: علي بن أبي طالب, İngilizce: Ali b. Abi Talib) (Hicretten 23 yıl önce – Hicrî 40) tüm Şia fırkalarının birinci imamı ve Ehlisünnet nezdinde Hulefa-i Raşidin’dendir (Raşid Halifeler veya Dört Büyük Halifelerden). Kendisi vahiy kâtibi idi. Şia tarihçileri ve çok sayıda Ehlisünnet âliminin söylediğine göre Kâbe’nin içinde dünyaya gelmiştir. O, Hz. Peygambere (s.a.a) iman eden ilk kişi ve ümmetten Allah’a ibadet eden hiç kimse olmadan yedi yıl önce Peygamberle (s.a.a) birlikte Allah’a ibadet etmekteydi.[1] Şia açısından O, Allah’ın emri ve Hz. Peygamberin (s.a.a) tasrihi ile Allah Resulü’nün (s.a.a) fasılasız halifesidir.
Kur’an-ı Kerim ayetleri[2] de onun masum olduğuna ve kir ve günahtan temiz olduğuna delalet etmektedir.
300 kadar ayet[3], onun fazileti hakkında nazil olmuştur.[4] O, Hz. Fatıma’nın (s.a) eşi ve On Bir Şia İmamının babasıdır. Kureyş, Hz. Peygamberi (s.a.a) öldürmeyi kast ettiğinde o, düşmanların sapması için Peygamberin yatağına yatmış ve bu yolla Hz. Peygamber (s.a.a) gizlice hicret etmiştir.[5] Peygamber, kendi kardeşlik akdini onunla yapmıştır.[6] Kendisi –Peygamberin emri ile Tebuk savaşı dışında- Hz. Peygamberin tüm savaşlarına katılmış ve İslam’ın en onurlu ve iftihar edilen komutanı olmuştur.
Hz. Peygamberin (s.a.a) nassına aykırı olarak peygamber dünyadan göçer göçmez, Sakife’de bir grup Ebu Bekir’e halife unvanı ile biat etmiş, Hz. Ali (a.s) ise 25 yıl sessiz kalmıştır. Osman’ın öldürülmesi ve Müslümanların ısrar ve hücumu ile hükümetin sorumluluğunu üstlenmiştir.[7] Kısa hükümeti döneminde üç ağır iç savaşla karşı karşıya kalmış ve sonunda Küfe mescidinin mihrabında namaz kıldığı sırada Haricîlerden biri tarafından şehit edilmiş ve gizlice Necef’te toprağa verilmiştir.[8] Hz. Ali (a.s) üç halife döneminde, onlara danışmanlık yapmayı onlardan esirgememiştir. Örneğin Peygamberin hicretini Müslümanların tarihinin başlangıcı olması için o önermiştir. Onun düşmanları onu kötüleyen ve karalayan çok sayıda hadis uydurmuşlardır. Uzun yıllar boyunca Emeviler döneminde Muaviye’nin emri ile ona tüm minberlerde lanet okumuşlardır ve onu övenleri tehdit etmekle kalmamışlar hapislere atmış ve öldürmüşlerdir ve hatta Ali adını çocuklara koymayı bile yasaklamışlardır.[9] Arap Edebiyatı, kelam, fıkıh, tefsir gibi İslam ilimlerinin bir çoğunun dizi başlangıcı ona ulaşmakta ve çeşitli fırkalar kendi senet silsilelerini ona ulaştırmaktadırlar. Hz. Ali (a.s) fiziksel olarak fevkalade güçlü, cesur ve aynı zamanda sabırlı, alçak gönüllü, bağışlayıcı, iyi geçimli ve heybet sahibi birisiydi. O, dalkavuklara karşı şiddetle davranır ve halk ve hükümetin eşit haklarını onlara hatırlatırdı.[10] Adaletin icrasında çok katıydı.
Ali b. Ebu Talip b. Haşim b. Abdül Menaf b. Kusay b. Kilab, Haşimi Kureşi, tüm Şiaların birinci imamı ve Ehlisünnet nezdinde ise Hülafa-i Raşidin’den dördüncü halifedir.
İmam Ali’nin (a.s) babası olan Ebu Talip, cömert, adaletli ve Arap kabileleri arasında saygı duyulan bir insandı. Kendisi Hz. Peygamberin (s.a.a) amcası, hamisi ve Kureyş’in büyük şahsiyetlerinden birisiydi.[11] Uzun yıllar Hz. Resulullah’ı (s.a.a) himaye ettikten sonra imanlı olarak bi’setin onunda vefat etti.[12] Annesi, Fatıma binti Esed b. Haşim b. Abdül Menaf’tır.[13]

Erkek kardeşleri: Talip, Akil, Cafer’dir. Kız kardeşleri: Hint veya Ummü Hani, Cemane, Riyte veya Ümmü Talip ve Esma’dır.[14]

Nesep, Künye ve Lakapları

Künyeleri: Ebu’l Hasan, Ebu’l Hüseyin, Ebu’l Sibteyn, Ebu’l Reyhaneteyn, Ebu Turab ve Ebu’l Eimme (İmamlar)’dır.
Lakapları: Emirulmuminin (Müminlerin emiri), Yasubu’d Din ve’l Müslim’in, Mubiru’ş Şirk ve’l Müşrikin, Katilu’n Nakisin ve’l Kasitin ve’l Marikin, Mevla’l Mumin’in, Şebih-i Harun (Harun’a benzeyen), Haydar, Murtaza, Nefsu’r Resul (Peygamberin nefsi), Ehu’r Resul (Peygamberin kardeşi), Zevcu’l Betül, Seyfullah el-Meslul, Emiru’l Beraret, Katilu’l Fecere, Kasimu’l Cennet ve’n Nar, Sahibu’l Liva, Seyyidu’l Arap, Keşşafu’l Kureb, Sıddıku’l Ekber, Zu’l Karneyn, Hadi, Faruk, Dai, Şahit, Babu’l Medine, Vali, Vasi, Kadı din-i Resulullah, Munciz-i Vade, en-Nebeu’l Azim, Sıratu’l Müstakim ve’l Enzau’l Batin.[15]

Doğumu ve Ölümü

İmam Ali (a.s) Fil Yılının 30. Yılı’nda Recep Ayı’nın 13’ünde Cuma günü Mekke’de Kâbe’nin içinde dünyaya geldi.[16] Hz. Ali’nin (a.s) Kâbe’de dünyaya gelişini: Seyyid Murtaza, Şeyh Mufid, Kutbu Ravendi, İbn Şehriaşub gibi Şii âlimleri ve Hâkim Nişaburi, Hafız Genci Şafii, İbn Cevzi Hanefi, İbn Sabbağ Maliki, Halebi ve Mesudi gibi Sünni âlimleri tevatür haddinde bilmektedirler.[17] Hicretin 40. Yılı Ramazan ayının 19’unda Haricîlerin birisi tarafından Kufe mescidinde şafak vakti başına aldığı kılıç darbesi sonucu aynı ayın 21’inde şehit oldu ve gizlice defnedildi.[18]

Çocukluk Dönemi

Hz. Ali (a.s) 6 yaşında iken Mekke’de kıtlık oldu. Ebu Talip, aile sahibi idi ve kalabalık bir ailenin kıtlık döneminde geçimini sağlamak zordu. Bundan dolayı, Hz. Muhammed (s.a.a) ve Hz. Muhammed’in iki amcası Abbas ve Hamza bu konuda Ebu Talib’e yardım etmeye karar verdiler. Bu sebeple Abbas Cafer’i, Hamza Talib’i ve Hz. Muhammed’de (s.a.a) Hz. Ali’yi (a.s) kendi evlerine götürdüler.[19] İmam Ali (a.s) o dönemleri şöyle yâd etmektedir: “Çocukluğumda beni yanına alır, bağrına basar, yatağına alır, vücudunu bana iliştirir, güzel kokusunu bana koklatırdı. Lokmayı çiğnedikten sonra bana verirdi. Ne söylediğimde bir yalan, ne de yaptığımda bir kötülük görmüştür.”[20]

Fiziksel Özellikleri

Hz. Ali (a.s) orta boylu, kısaya yakın ve dolgundu. Siyah gözlü ve genişçe idi. Bakışlarından şefkat ve merhamet akıyordu. Kaşları uzunca ve bitişikti. Güzel yüzlü ve insanların en çekicilerinden sayılmaktaydı. Buğday tenli idi. Güler yüzlü ve hoş çehreli idi. Başının etrafındaki saçlar dışında, başka saçı yoktu, saçları dökülmüştü. Boynu beyazlıktan ibrik parlaması gibi gümüşe çalmaktaydı. Gür sakallı ve yukarısı güzelceydi. Omuzları yırtıcı aslan gibi ve genişti. Parmakları ince, kol ve bilekleri güçlüydü. O kadar çok güçlüydü ki birisinin elini tuttuğunda ona egemen olur, karşı taraf nefes alma gücünü kaybederdi. Karnı büyük ve sırtı güçlüydü. Sinesi geniş ve çok kıllı, mafsallarla birbirine birleşen kemiklerinin başı, büyüktü. Kasları çok büklümlü ve kıvrımlı, ayakları uzunca ve dardı. El ve ayak kasları ölçülü ve yol yürüdüğü sırada öne doğru eğimli idi.[21]

Fiziksel Gücü

İbn Kuteybe şöyle diyor: “O, her kimle dövüştüyse onu yere sermiştir.”[22] İbn Ebu’l Hadid şöyle diyor: “İmamın fiziksel gücü, atasözü olmuştur. Hayber kalesini yerinden söken o olmuştur, hâlbuki bir grup onu çevirmek istemiş, ama başaramamıştır. –Gerçekten büyük bir put olan- Hebel putunu Kâbe’nin üstünden o yere atmıştır; Hilafet döneminde büyük bir taşı yerinden kaldırmış ve altından su akmıştır, hâlbuki ordunun tamamı bunu başaramamıştır.”[23]

Eşleri ve Çocukları

İmam Ali’nin (a.s) ilk eşi, Hz. Peygamber efendimizin (s.a.a) kızı Hz. Fatıma’dır (s.a).[24] Hz. Ali’den (a.s) önce Ebu Bekir, Ömer İbn Hattap ve Abdurrahman b. Afv gibiler Hz. Peygamberin (s.a.a) kızıyla evlilik için hazır olduklarını bildirmişler, ancak Hz. Peygamber (s.a.a) Hz. Zehra’nın izdivacı konusunda vahyi beklediğini buyurmuştur.[25] Tarihçiler Hz. Ali’nin (a.s) Hz. Fatıma (s.a) ile evliliğinin tarihi hakkında farklı görüşlere sahiptirler: Bazıları Hicretin ikinci yılında Zilhicce ayının başında,[26] bazıları Şevval ayında ve bir grup ise Muharrem ayının 21’inde olduğunu söylemiştir.[27] Hz. Ali ve Hz. Zehra’nın evliliklerinden: Hasan, Hüseyin, Muhsin,[28] Zeyneb-i Kübra ve Ümmü Gülsüm olmak üzere beş çocuk dünyaya gelmiştir. Hz. Fatıma’nın (s.a) şehadetinden sonra, Ebu’l As b. Rebi’ b. Abdu’l Uzza b. Abdu’ş Şems’in kızı Ümame ile evlenmiştir. Ümame’nin annesi, Hz. Peygamber efendimizin (s.a.a) kızı (yahut evlatlığı) Zeynep’tir. Hizam b. Darem Kilabiye’nin kızı Ümmü’l Benin, Hz. Ali’nin (a.s) kendisine nikâhladığı bir diğer kadındır. Ümmü’l Benin’den olma Hz. Abbas (a.s), Osman, Cafer ve Abdullah adlı çocukların hepsi Kerbela’da şehit olmuşlardır. Ümmü’l Benin’den sonra, Mesut b. Halit Nehşeliye Temimi’nin kızı Leyla ile evlenmiştir. Daha sonra Esma binti Umeys Has’ami ile evlenmiştir. Yahya ve Avn Hz. Ali’nin bu kadından olma çocuklarıdır. İmam Ali’nin (a.s) bir diğer eşi de Sahba diye bilinen Rebi’i Teğlibiye’nin kızı Ümmü Habip’tir. Cafer b. Kays b. Müslimet Hanefi yahut başka bir görüşe göre İyas’ın kızı Havlet, Hz. Ali’nin (a.s) bir diğer eşidir. Hz. Ali’nin (a.s) Muhammed b. Hanefiye adlı oğlu bu kadındandır. Hz. Ali (a.s) ayrıca Urve b. Mesut Sakafi’nin kızı Ümmü Said ve Emri’l Kays b. Adiy Kelbi’nin kızı Muhayyat’la da evlenmiştir.[29] Genel olarak Şeyh Mufid, Hz. Ali’nin (a.s) çocuklarından 27’sinin adlarını zikretmekte ve şöyle demektedir: Şialardan bazıları Peygamber efendimizin ismini Muhsin koyduğu Hz. Zehra’nın (s.a) bir başka çocuğunun daha olduğunu zikretmişlerdir, ancak Peygamberin (s.a.a) vefatından sonra çocuk düşmüştür. Bu hesaba göre İmam Ali’nin (a.s) çocuklarının sayısı 28’dir:

Hasan
Hüseyin
Zeyneb-i Kübra
Ümmü Gülsüm künyesiyle bilinen Zeyneb-i Suğra
Muhsin. Bu beş kişinin anneleri Hz. Zehra’dır.
Muhammed, künyesi Ebu’l Kasım ve annesi Cafer b. Kays Hanefiyye’nin kızı Havlet’tir.
Ömer
Rukayye, bu ikisi ikiz ve anneleri Rebi’i’nin kızı Ümmü Habip’tir.
Abbas
Cafer
Osman
Abdullah. Bu dördü de Kerbela’da şehit düşmüştür, anneleri Hizam b. Halit b. Darim’in kızı Ümmü’l Benin’dir.
Muhammed Esgar ve künyesi Ebu Bekir’dir.
Ubeydullah. Bu ikisi Kerbela’da şehit düşmüşlerdir. Anneleri Mesut Darimiye’nin kızı Leyla’dır.
Yahya. Annesi Umeys Has’amiyye’nin kızı Esma’dır.
Ümmü’l Hasan
Ramle. Bu ikisinin annesi Urve b. Mesut Sakafi’nin kızı Ümmü Said’dir.
Nefise
Zeyneb-i Suğra
Rukayye Suğra
Ümmü Hani
Ümmü’l Kiram
Cemanet. Künyesi Ümmü Cafer’dir
Ümame
Ümmü Selme
Meymune
Hatice
Fatıma
Şeyh Mufid, sonda adları geçenlerin annelerinin isimlerini belirtmemiş ve onlar hakkında çeşitli annelerden olma demiştir.[30]
Hz. Peygamberin (s.a.a) Savaşları
İmam Ali’nin (a.s) İslam’ın sadrındaki gazve ve seriyyelerde önemli bir rolü olmuştur. Tebük Gazvesi dışında tüm gazvelerde Hz. Peygamberin (s.a.a) yanında yer alarak savaşmıştır.[31] Kendisi Hz. Muhammed’den (s.a.a) sonra ikinci askeri şahsiyet unvanı ile büyük roller üstlenmiştir.

Bedir Savaşı

Bedir Savaşı, Hicrî 2. Yılın Ramazan ayının on yedisinde Cuma günü Kâfirlerle Müslümanlar arasında Bedir kuyuları yanında yaşanan ilk savaştır.[32] Bu savaşta Müslümanlar Ebu Cehil, Utbe, Şebih ve Ümeyye gibi kâfirlerin önde gelenlerinden olmak üzere Müşriklerden yetmiş kadarını öldürmeyi başarmıştır. Arap savaşlarında genel saldırıdan önce “er dileme" (Mübareze) hadisesi diye bilinen birebir savaş geleneği vardı. Bundan dolayı Utbe b. Rebi’i Emevi, Velid adlı oğlu ve kardeşi Şebih, Hz. Peygamberden (s.a.a) kendileriyle savaşması için kendilerine denk savaşçılar göndermesini istediler. Hz. Muhammed (s.a.a) Hz. Ali (a.s), Hz. Hamza ve Ubeyde b. Haris’i onlarla savaşması için savaş meydanına gönderdi. Hz. Ali (a.s) Velid’i, Hz. Hamza ise Utbe’yi yere serdikten sonra Ubeyde’ye yardım ederek düşmanı Şebih’i de öldürdüler.[33] Bu savaşta ayrıca Hanzala, As b. Said b. Adiy ve Müşriklerden yirmi kadarı da Hz. İmam Ali (a.s) tarafından öldürülmüştür.[34]

Uhud Savaşı

Uhud Savaşında, İslam Ordusunda herkesten önde ve önce, Hz. Ali (a.s), Hz. Hamza, Ebu Dücane ve diğerleri düşman saflarını zayıflattılar. Hz. Peygamber efendimiz (s.a.a) her taraftan Kureyş Ordusu gruplarınca saldırıya uğramaktaydı. Hz. Peygambere (s.a.a) hangi grup saldırıyorduysa Hz. Ali (a.s) Hz. Peygamberin (s.a.a) emri ile o gruba saldırıyordu. Bu fedakârlığın karşılığında Cebrail nazil olarak Hz. Ali’nin (a.s) özveri ve fedakârlığını Hz. Peygamberin (s.a.a) nezdinde överek şöyle dedi: “Bu, onun gösterdiği fedakârlığın nihayetidir.” Hz. Resulullah (s.a.a) da Cebrail’i tasdik ederek şöyle buyurdu: “Ben Ali’den o da bendendir.” Sonra gökte bir ses şöyle yankılandı: لاسیف الا ذوالفقار، و لا فتی الا علی ; “Ali’den başka yiğit, Zülfikar’dan başka kılıç yoktur.”[35]

Hendek Savaşı

Hz. Peygamber (s.a.a) Hendek savaşında ashabıyla istişare ettiğinde, Salmanı Farisi saldırganlar ile aralarında fasıla oluşturması için Medine çevresine hendek kazılması önerisinde bulundu.[36] İki ordu kaç gün hendeğin iki tarafında karşı karşıya kaldılar ve bazen birbirlerine taş ve ok atıyorlardı. Sonunda (küffar ordusundan) Amr b. Abdevud birkaç kişiyle birlikte hendeğin en dar yerinden kendilerini hendeğin diğer tarafına atmayı başardılar. Hz. Ali (a.s) Amr’la savaşması için Hz. Peygamber efendimizden (s.a.a) istekte bulundu. Hz. Peygamber de onun bu isteğini kabul etti. Hz. Ali (a.s) Amr’la mübarezeye başladıktan sonra onu yere sererek öldürdü.[37] Hz. Ali (a.s) Amr’ın başını Peygamber efendimizin (s.a.a) huzuruna getirdiğinde, Allah Resulü şöyle buyurdu: ضربة علی یوم الخندق افضل من عبادة الثقلین ; “Ali'nin (a.s) Hendek günü bir kılıç darbesi, insanların ve cinlerin bütün ibadetlerden daha üstündür.”[38]

Hayber Savaşı

Hayber Savaşı, Hicretin sekizinde Cemaziyülevvel ayında gerçekleşti. Hz. Peygamber efendimiz (s.a.a) Yahudilerin kalelerine saldırı emri verdi.[39] Ebu Bekir ve Ömer gibi çok sayıda ashap Yahudilerin kalelerini fethedemeyince Peygamber efendimiz (s.a.a) şöyle buyurdu: “Yarın sancağı öyle birine vereceğim ki Allah ve Resulü onu sever, o da Allah ve Resulü sever.”[40] Sabah olunca Hz. Ali’yi (a.s) isteyerek sancağı ona verdi. Hz. Ali (a.s) Zülfikar’ını eline alarak meydana çıktı. Savaştığı sırada kalkanını kaybedince kale kapılarından birini yerinden sökerek savaşın sonuna kadar onu kendisine kalkan olarak kullandı.[41]

Mekke’nin Fethi

Allah Resulü (s.a.a) Hicretin sekizinci yılında Ramazan ayının başlarında Mekke’yi fethetmek için Medine’den yola çıktı. Hz. Peygamber (s.a.a) başlangıçta Sa’d b. Ubade’nin elinde olan sancağı alarak Hz. Ali’ye (a.s) verdi ve İslam ordusu hareket etmeye başladı. Mekke’nin fethinden sonra Peygamber efendimiz tüm putların kırılması için emir verdi. Hz. Ali Hz. Peygamberin emri ile Peygamber efendimizin omuzuna çıkarak Hazai gibi Kâbe’nin üzerindeki sağlam ve dayanıklı putları kırarak yere döktü.[42]

Huneyn Savaşı

Huneyn Savaşı, Hicretin sekizinci yılında meydana geldi. Havazin ve Sakif kabilesinin önde gelenleri Hz. Peygamberin (s.a.a) Mekke’nin fethiyle birlikte sıranın onlara geleceği korkusuna kapılarak kendilerinin daha önce Müslümanlara saldırmalarının uygun olacağını düşündüler.[43] Hz. Ali (a.s) bu savaşta Muhacirlerin sancaktarı idi. Bu savaşta düşman birliklerinden kırk kadarını öldürdü.[44]

Tebük Savaşı

Hz. Ali’nin (a.s) Hz. Peygamberin (s.a.a) yanında yer almayarak katılmadığı tek savaş, Tebük savaşıdır. Hz. Ali (a.s) Hz. Peygamber efendimizin (s.a.a) emri ile gıyabında münafıkların komplolarına karşı korumak için Medine’de kalmıştır. Hz. Ali’nin (a.s) Medine’de kalmasıyla münafıklar söylenti ve dedikodu çıkardılar. Bunun üzerine Hz. Ali (a.s) münafıkların söylentilerini boşa çıkarmak ve fitneyi önlemek için silahını kuşanarak hızla şehrin dışında Peygamberin huzuruna çıkarak çıkarılan dedikoduyu haber verdi. İşte burada Hz. Resulullah (s.a.a) “Menzilet Hadisini” buyurdu: “Kardeşim Ali, Medine’ye geri dön, zira ben ve senin dışında kimse orayı idare etmek için yeterli değildir. Oysa sen, Ehlibeytim, evim ve kavmim içinde benim temsilcim ve ardılımsın. ‘Ey Ali! Senin bana olan menzilet ve konumun Harun’un Musa’ya olan konumu gibidir; ancak benden sonra peygamber olmayacaktır.’ Bundan hoşnut değil misin?”[45]

İmamet Delilleri

İmam Ali b. Ebu Talib’in (a.s) Hz. Peygamer Ekrem’den (s.a.a) sonra imamlığına ve halifeliğine delalet eden çok sayıda ayet ve hadisler bulunmaktadır. Onlardan bazıları şunlardan ibarettir:

İtaat Ayeti

یا أَیهَا الَّذِینَ آمَنُوا أَطِیعُوا اللَّـهَ وَأَطِیعُوا الرَّ سُولَ وَأُولِی الْأَمْرِ مِنکمْ ; (Tercüme: Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Peygamber'e ve sizden olan ululemre (emir sahiplerine) de itaat edin.)(4–59) Bu ayet Şia âlimlerinin ittifakı ile İmam Ali (a.s) ve İmamlar (a.s) hakkında nazil olmuş ve onlara itaat etmenin farz olduğuna delildir.[46]

Velayet Ayeti

إِنَّمَا وَلِیکمُ اللَّـهُ وَرَ سُولُهُ وَالَّذِینَ آمَنُوا الَّذِینَ یقِیمُونَ الصَّلَاةَ وَیؤْتُونَ الزَّکاةَ وَهُمْ رَ اکعُونَ ; (Tercüme: Şüphesiz sizin ‘veliyi emriniz’ ancak Allah'tır, Resulüdür ve Allah'a iman ederek namazı kılan ve rükû halindeyken zekât verenlerdir.)(5–55) Bu ayet, İmam Ali ve diğer İmamların (a.s) velayetini ispat etmektedir. Müfessirler bu velayet ayetinin nüzul sebebinin İmam Ali (a.s) hakkında ve rükû halindeyken yüzüğünü fakir birisine vermesiyle ilgili olduğunu beyan etmişlerdir.[47]

Menzilet Hadisi: Allah Resulü (s.a.a) Hz. Ali’ye hitaben şöyle buyurmuştur: انت منی بمنزلة هارون من موسی الا انه لا نبی بعدی ; (Tercüme: Ey Ali! Senin bana olan menzilet ve konumun Harun’un Musa’ya olan konumu gibidir; ancak benden sonra peygamber olmayacaktır.)[48]

İnzar Günü Hadisi: Allah Resulü (s.a.a) risalet ve peygamberliğini kavmine iblağ ettiğinde yalnızca Hz. Ali (a.s) Peygamberin davetine icabet etmiştir. Bunun üzerine Peygamber efendimiz (s.a.a) şöyle buyurmuştur: انت اخی و وزیری و وارثی و خلیفتی من بعدی ; (Tercüme: Sen benim kardeşim, vezirim ve benden sonra varisim ve halifemsin.)[49]

Gadir Hadisesi

Hz. Peygamber efendimiz (s.a.a) hicretin onuncu yılı hac farizasını yerine getirmek ve hac merasimini insanlara öğretmek için Mekke’ye gitti. Hac merasimi sona erince Hz. Peygamberi (s.a.a) uğurlamaya gelen büyük bir kalabalıkla birlikte Medine’ye doğru gitti. Zilhicce ayının on sekizinde kafileler Cuhfe yakınlarındaki Gadir-i Hum denilen yere ulaştığında Hz. Peygambere (s.a.a) Hz. Ali b. Ebu Talib’in (a.s) velayet ahdini insanlara iblağ etmesi için vahiy indi. Bunun üzerine Peygamber efendimiz (s.a.a) geridekilerin yetişmesi için önde olanların durmasını emretti. Daha sonra Hz. Peygamber (s.a.a) ilahî emri iblağ etti: (Tebliğ Ayeti)[50] یا أَیهَا الرَّ سُولُ بَلِّغْ مَا أُنزِلَ إِلَیک مِن رَّ بِّک ۖ وَإِن لَّمْ تَفْعَلْ فَمَا بَلَّغْتَ رِ سَالَتَهُ ۚ وَاللَّـهُ یعْصِمُک مِنَ النَّاسِ ۗ إِنَّ اللَّـهَ لَا یهْدِی الْقَوْمَ الْکافِرِ ینَ (Tercüme: Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, O’nun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah, seni insanlardan korur. Şüphesiz Allah, kâfirler topluluğunu hidayete erdirmeyecektir.) (5–67) Bu ayet indikten sonra Hz. Peygamber (s.a.a) insanlara şöyle buyurdu: الست اولی بالمؤمنین من انفسهم؟ قالوا بلی، قال: من کنت مولاه فهذا علی مولاه، اللهم وال من والاه و عاد من عاداه و انصر من نصره و اخذل من خذله (Tercüme: “Ben müminlere kendi nefislerinden daha evla değil miyim?” Dediler ki: “Evet”, Buyurdu ki: “Ben kimin Mevla ve önderi isem Ali de onun Mevla ve önderidir. Allah'ım! Onu seveni sev, ona düşmanlık edene düşmanlık et. Ona yardım edene yardım et, onu yalnız bırakanı yalnız bırak.)[51]

Hz. Peygamberin (s.a.a) Vefatı ve Sakife

Hz. Peygamberin (s.a.a) ömrünün son demlerinde, Hz. Ali (a.s) Resulullah’ın yanına geldi. Hz. Peygamber (s.a.a) Hz. Ali’yle (a.s) uzun sırlar paylaştı. Daha sonra Peygamberin hastalığı şiddetlendi ve Hz. Ali’ye şöyle buyurdu: “Başımı kucağına koy, zira ilahî emir yetişti. Her ne vakit ruhum bedenimden çıkarsa onu al ve yüzüne çek ve sonra beni kıbleye döndür ve teçhiz et. Sonra halktan önce bana namaz kıl ve naaşımı toprağa defnetmeden önce benden ayrılma ve Allah’tan yardım dile.”[52] Hz. Muhammed Mustafa’nın (s.a.a) vefatından sonra, Hz. Ali ve Haşim Oğulları Peygamberin teçhiz ve defin işlemleri ile meşgul oldukları sırada Ebu Bekir, Ömer, Ebu Ubeyde, Abdurrahman b. Afv, Sa’d b. Ubade, Sabit b. Kays, Osman b. Affan gibi Muhacir ve Ensar’dan bazıları yola koyularak Beni Saide’nin Sakife’sinde toplandılar. Burada hükümetin geleceğini konuşmaya başladılar. Aralarında tartışmalar yaşandı. Sonunda Gadir hadisesi dikkate alınmadan Ebu Bekir’i Hz. Peygamberden (s.a.a) sonra halife unvanı ile tanıttılar.[53]

Üç Halife Dönemi

Üç halifenin her birinin halifelik döneminde, Ehlibeyt (a.s) için acı olaylar yaşandı. Örneğin Hz. Ali’nin (a.s) evine saldırı düzenlenmesi ve Ebu Bekir için biat alınması,[54] Fedek’in gasp ve tasarruf[55] edilmesi ve Hz. Fatıma’nın (s.a) şehadeti gibi. 25 yıl süren bu dönemde, İmam Ali (a.s) İslam toplumunun sair işlerinden geri durmadı, bilakis ilmi ve sosyal konularda çok çalışmalar yaptı. Örneğin Kur’an’ı bir araya topladı; dini konular, fetihler ve ülke yöneticiliğinde üç halifeye danışmanlık yaptı; fakir ve yetimlere infaklarda bulundu; bine varan köle satın alarak azat etti; çiftçilik, fidancılık, sondaj ve kanal açma çalışmaları yaptı; Medine’de Fetih camisini yaptı, ayrıca Hz. Hamza’nın kabrinin yanında bir cami, Mikat’ta bir cami, Kufe’de bir cami, Basra’da bir cami yaptı; yıllık kazancının kırk bin dinarı bulduğu söylenen emlak ve mekânların vakfı[56] gibi bu dönemde çok önemli çalışmalar yaptı.

Zorla Biat

Hz. İmam Ali’nin (a.s) biat etmeye yanaşmaması ve Ebu Bekir’in hilafetine muhalefet eden bir grup sahabenin varlığı Ebu Bekir ve Ömer için ciddi risk ve tehlikeye dönüşmüştü. Bundan dolayı Ebu Bekir ve Ömer bu tehlikeye son verme kararı aldılar. Bunu Hz. Ali b. Ebu Talib’den (a.s) Ebu Bekir’e zorla biat alarak sonlandırmak istediler.[57] Ebu Bekir, Kunfuz’u biat alması için Hz. İmam Ali’nin (a.s) evine kaç kere gönderdiyse de İmam Ali (a.s) kabul etmedi. Bunun üzerine Ömer, Ebu Bekir’e ‘kendin kalk ve Ali b. Ebu Talib’e gidelim’, dedi. Bunun üzerine Ebu Bekir, Ömer, Osman, Halit İbn Velid, Muğayre b. Şu’be, Ebu Ubeyde Cerrah ve Kunfuz Hz. Ali’nin (a.s) evine gittiler. Bu grup evin kapısına varınca Hz. Zehra’ya (s.a) hakaret ettikten sonra evin kapısını o, kapı ve duvar arasında olduğu sırada ona çarptılar, kırbaç ile vurdular;[58] İmam Ali’ye de saldırarak elbisesini boynuna dolayarak onu çeke çek evden Sakife’ye doğru götürdüler. İmam Ali’yi (a.s) Sakife mahalline götürdükten sonra ondan Ebu Bekir’e biat etmesini istediler. İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Ben, hilafete sizden daha layığım ve size biat etmeyeceğim. Sizin bana biat etmeniz daha uygundur. Çünkü sizler Peygambere (s.a.a) yakın olduğunuz iddiasıyla hilafeti Ensar’dan aldınız ve şimdi onu bizden gasp ediyorsunuz…”[59]

Kur’an-ı Kerim’in Toplanması

Şia ve Sünni âlimleri, İmam Ali’nin (a.s) Peygamberin (s.a.a) vasiyet ve tavsiyesi üzerine Peygamberin vefatından sonra Kur’an’ın yazılmasının başlatıcısı olduğunu izan etmişlerdir.[60] Nitekim nakledilen bir rivayete göre Hz. Ali (a.s) Kur’an’ı toplamadan ridasını omuzuna atmayacağına dair yemin etmiştir.[61] Ayrıca şöyle rivayet edilmiştir: “Hz. Ali (a.s) Hz. Peygamberin (s.a.a) vefatından altı ay sonra Kur’an’ı bir araya getirerek topladı.”[62]

Rumlarla Savaş

Hz. Peygamber efendimiz (s.a.a) vefat ettikten ve Ebu Bekir, işlerin kontrolünü eline geçirdikten sonra, Peygamberin (s.a.a) Rumlarla savaş emrini icra etme konusunda tereddüt etmekteydi. Bundan dolayı bir grup sahabe ile bu konuyu istişare etti. Her birisi bir şeyler söylediler, ama onu ikna edemediler. Sonunda İmam Ali (a.s) ile meşveret etti. İmam Ali (a.s) Peygamberin emri konusunda onu teşvik ederek şöyle söyledi: “Eğer savaşırsan zafer kazanacaksın.” Ebu Bekir, İmam Ali’nin (a.s) teşviki ile sevinerek şöyle dedi: İyi bir önsezide bulundun ve hayrı müjdeledin.[63]

İslam Tarihinin Başlangıcı

İmam Ali’nin (a.s) önerisi ile Ömer, Hz. Peygamber efendimizin (s.a.a) Mekke’den Medine’ye hicretini İslam tarihinin başlangıcı olarak kabul etti.[64]

Hükümet Dönemi

Osman öldürüldükten sonra, bir grup ashap İmam Ali’nin (a.s) yanına gelerek şöyle dediler: Bizler senden hilafete daha layık kimseyi tanımıyoruz; İmam Ali (a.s) şöyle buyurdu: “Benim size vezir olmam, emir olmamdan daha hayırlıdır.” Onlar dediler ki: Sana biat etmek dışında bir şeyi kabul etmeyiz. Bunun üzerine İmam (a.s) onlara biatin gizlide değil, cami de olması gerektiğini söyledi.[65] Tüm Ensar birkaç kişi dışında hepsi Hz. Ali’ye biat ettiler. Muhalefet edenler şunlardı: Hassan b. Sabit, Ka’b b. Malik, Meslemet b. Muhalled, Muhammed b. Musallim ve Osmaniye diye bilinen birkaç kaç kişi. Ensar’dan olmayanlar: Abdullah b. Ömer, Zeyd b. Sabit ve Usame b. Zeyd. Bunlar da Osman’a yakın insanlardı.[66] İmam Ali’nin (a.s) halkın biatine neden yanaşmadığı sorusuna gelince, denilebilir ki İmam Ali (a.s) mevcut topluma rehberlik ederek kendi ölçü ve miyarlarını icra etmekten daha bozuk görmekteydi.[67]

Halk ve Hâkimin Karşılıklı Hakları

İmam Ali (a.s) açısından yöneticinin halka olan hakkı ve halkın yöneticiye olan hakkı Allah’ın karar kıldığı en büyük haktır ve tam olarak iki yönlüdür. Nitekim şöyle buyurmuştur:

“Başkasının üzerinde hakkı olanın, başkasının da onun üzerinde hakkı vardır. Başkasının kendi üzerinde hakkı olanın da, başkası üzerinde hakkı vardır. Herkes üzerinde hakkı olan, ama başkalarının onun üzerinde hakkı olmayan kullarından kimse yoktur, yalnızca Allah Teâlâ’dır.”[68]

İmam Ali (a.s) açısından halk ve yöneticiler arasındaki karşılıklı haklara riayet etmenin bir çok faydası vardır:

“Tebaa emredenin hakkını ve emreden de tebaanın hakkını eda ederse aralarında hak üstün olur, dinin esasları sağlamlaşır, adaletin nişaneleri doğrulur, Peygamberin (s.a.a) sünnetleri kendi yoluna girer ve halk arasında yürürlükte olur.”[69]

Daha sonra İmam (a.s) şöyle buyurmaktadır:

“Halk, emirine karşı koyduğu, emir de halkına zulmettiği zaman aralarında ihtilaf çıkar, İnsanların dert ve hastalıkları çoğalır. Yürürlükten kaldırdıkları en büyük haktan ve uygulamaya koydukları en büyük batıldan korkmazlar. O zaman iyiler zillete düşer, kötüler izzet sahibi olur. Allah’ın kullarına yönelttiği azaplar çoğalır ve büyür.”[70]

İmam Ali (a.s) insanların şahsiyet ve hukukuna oldukça değer vermekteydi ve bu konu devlet memurlarına gönderilen genelgelerde tam olarak netlik kazanmaktadır. Vergi ve haraç toplamakla görevli memurlar için yazılan genelgede şöyle geçmektedir:

“O halde halka adaletli ve insaflı davranın, kendiniz hakkında halka hak veriniz ve çok tahammülü olunuz. Halkın ihtiyaçlarını karşılamada sabırlı ve istikametli olunuz. Çünkü siz halkın hazine memurları, milletin vekilleri ve hükümetin elçilerisiniz.”[71]

Aynı şekilde zekât memurlarına tavsiye içerikli mektubunda şöyle buyurmaktadır:

“İnsanların senden hoşlanmayacağı şekilde onlara davranma. Onun malından Allah'ın hakkı dışında fazla bir şey alma… Sonra onlara de ki: “Ey Allah’ın kulları! Allah’ın velisi ve halifesi, mallarınızdaki Allah’ın hakkını almam için beni gönderdi. Mallarınızda Allah'ın velisine vereceğiniz Allah'ın hakkı var mıdır?” Birisi yok derse, ona müracaat etme; birisi evet var derse, onu tehdit edip, korkutmadan onunla beraber git…”[72]

İmam Ali (a.s) Malik Eşter’i Mısır valiliğine atadığında atama kararında şöyle buyurmuştu:

“Halkına merhametle muamele etmeyi kalbine şiar, onları sevip, lütfetmeyi kendine huy edin. Onlara karşı yiyeceklerini ganimet bilen yırtıcı bir canavar gibi olma. Çünkü onlar iki sınıftır: Bir kısmı, dinde kardeşindir, bir kısmı ise yaratılışta senin eşindir…”[73]

Adalet

İmam Ali (a.s) hilafetinin ilk günlerinde halifelerin yanlış uygulamaları karşısında – Beytülmalı insanların İslam’ın ilk günlerindeki savaşlarındaki önceliği veya imanlarının sabıkasına vb. gibi şeylere göre taksim ediyorlardı- durarak şöyle buyurmuştur: “Onların taksiminde eşit davranın ve hiç kimseyi hiç kimseye tercih etmeyin… Ben Kur’an’ı mütalaa ettim, ancak başından sonuna kadar İsmail’in oğullarının –Yani Mekke Araplarının- İshak’ın oğullarından üstün ve faziletli olduğuna dair bir şey bulamadım.”[74] Kendisi Ammar b. Yasir ve Ebu’l Haysem b. Teyhan’ı Beytülmal sorumlusu yapmıştı ve onlara yazılı olarak şöyle emretmişti: “Arap ve acem ve her ne soy ve kökenden olursa olsun herkesin beytülmaldaki payı eşittir.”[75] Ayrıca İmam Ali (a.s) halife olduktan sonra, Osman’ın birilerine verdiği toprak ve arsaları Allah’ın malı olarak açıklamış ve onların beytülmala geri verilmesi emrini vermiştir.[76]

Beytülmal Hakkında Dost ve Akrabalarına Karşı Davranışı
Hz. Ali (a.s) beytülmal konusunda çok sıkı idi. Nitekim kızı inci bir kolyeyi beytülmaldan emanet olarak aldığında hem kızını ve hem de Ali b. Ebu Rafi’yi şiddetle sorgulamıştır.[77] Başka bir olayda da İmam Ali (a.s) yaranlarından birisinin özel bir mal isteğine karşı şöyle buyurmuştur: “Bu mal ne benimdir ve ne de senin, bilakis kılıçla elde edilen Müslümanlar için bir ganimettir. Eğer sen savaşta onlarla ortaktıysan, onların payı kadar senin de ondan bir payın vardır, yoksa onların elleri ile topladıklarının başkalarının boğazından geçmesi doğru değildir.”[78]

Din ve Yasaların İcrasında Katı ve Sıkı Kurallılık

Hz. Ali efendimiz (a.s) din işlerinde toleransız ve katı kurallı idi. İşte bu sebep, onu bazıları için tahammül edilmez kılmıştı. Aşağıdaki iki olay bunu ifade etmektedir:

Bir gün Kamber’e adamın birine had vurması için emretti. Kamber duygularının etkisi altında kalarak üç kırbaç fazladan vurdu. Hz. Ali (a.s), üç fazla kırbacın karşılığında o adamı Kamber’e kırbaç vurması için zorladı.[79]
Basra eşrafından birisi, bir gece Osman b. Huneyf’i (Basra valisi) ağırlayarak onun için bir meclis düzenledi. Bu ziyafetin haberi Hz. Ali’ye (a.s) ulaşınca, hazret hemen Osman b. Huneyf’e şöyle bir mektup yazdı: Ey Huneyf’in oğlu! Basra eşrafından birinin seni ziyafete çağırdığını, oraya koşarak gittiğini, çeşit çeşit yemeklerin, kocaman kocaman kâselerin sana sunulduğunu öğrendim… Bil ki her kişinin uyduğu, yolundan gittiği, ilminin nuruyla ışıklandığı bir imamı vardır. Yine bil ki sizin imamınız, dünyasında eskimiş bir elbise ve iki lokma ekmeğiyle yetinmektedir…”[80]
Dalkavukluk ve Övgücülere Çıkışma
İmam Ali (a.s) insanların övgü ve iltifatlarından bıkkındı. Müslümanları bu tutumlarından şiddetle nehyetmekteydi. Aşağıdaki öyküler bunun açık kanıtıdır:

İmam Ali (a.s) Sıffın savaşından dönünce, Kufe’de Harp b. Şerhebil Şayani – kendisi yaya idi- İmamla – atlı idi- birlikte hareket ediyordu. İmam (a.s) durarak Harb’a: “Geri dön” dedi. Harp geri dönmekten imtina etti. Hz. Ali (a.s) yeniden ona “Geri dön, senin gibi yaya birisinin benim gibi birisiyle hareket etmesi, vali ve yönetici için fitne, mümin için zillet ve düşüklüktür.” Dedi.[81]
Bir gün ashaptan birisi İmam Ali’yi (a.s) övünce, İmam şiddetle onu bundan sakındırarak şöyle buyurdu: “Bilin ki Emir sahiplerinin Salihlerin yanında en aşağı sayılan durumları, onların böbürlendiği ve işlerinin daha iyi bir şekilde yoluna koyulacağının sanılmalarıdır. Ben hatta zihinlerinizden benim övülme ve methedilmeyi sevdiğimin ve bu tür övgü ve metihleri duymaktan hoşlandığımın geçmesinden bile rahatsızım… Zalim ve gaddarla konuştuğunuz gibi benimle konuşmayın, söylenen övgü dolu tantanalı sözleri söylemeyin bana…”[82]
İmam Ali’nin (a.s) Ordusu Şam’a sefer ederken, geçtiği Enbar şehrinin büyükleri, saygı ifadesi olarak saf tutarak İmam (a.s) yaklaşınca atlarından inip önünde koştuklarında; “Bu yaptığınız nedir?” diye sordu. Onlar; “Bu bizim gelenimizdir; emirlerimize böyle saygı gösteririz.” dediler. İmam (a.s) şöyle buyurdu; “Vallahi emirleriniz bundan faydalanmamaktalar. Sizler böyle yapmakla dünyada kendinize zahmet veriyorsunuz; ahirette de bu işinizden dolayı ilahî azaba ve ebedi cezaya çarptırılacaksınız.”[83]

Askeri Yapı

İmam Ali (a.s) orduyu, halkın sağlam sığınakları, yöneticilerin haysiyeti, dinin görkemi ve ülkenin emniyeti olarak görmekte, başarısını ise ülke ekonomisinin durumuna ve halkın vergileri, devlet memurları, tüccarlar, sanatkârlara bağlamaktadır. Onların devamı ve güçleri ülkenin hıfzı için devletin genel yapısına bağlıdır.[84] Askerlerin seçimi hakkında şöyle buyurmaktadır: askerler şahsiyetli kişilerden, asil ailelerden ve deneyimlerine göre seçilmelidir. Onlarla toplum lideri arasında sıkı ilişkiler olmalı ve mali olarak temin edilmelidirler.[85] İmam Ali (a.s) açısından halk, devletin en asli savunma yedek gücünü oluşturmaktadır. Eğer onlara destek verilmezse, devletin resmi askeri gücünün uzun soluklu bir savaşta dağılması ve devletin yıkılmasını peşi sıra getirmesi mümkündür. Nitekim şöyle buyurmaktadır: “toplumun eşraf grubu, her zaman hükümete ağır yükümlülükler yüklemektedir, zira zor günlerde yardımları az, adaletin icrası konusunda herkesten daha rahatsız ve sorunlar karşısında daha az istikamet sahibidirler. Hâlbuki dinin sağlam sütunları, hareketli İslam toplumu ve savunma yedek gücünü, genel halk kitlesi oluşturmaktadır.”[86]

Valiler

İmam Ali (a.s) hükümeti boyunca, şehirlere valiler atamış veya yerlerini değiştirmiştir. Onlardan bazıları şunlardan ibarettir: Muhammed b. Ebu Huzeyfe, Mısır valisi, Kays b. Sa’d b. Ubade, önce Mısır sonra Azerbaycan valisi, Muhammed b. Ebu Bekir, Mısır valisi, Malik Eşter Nahei, önce Nusaybin ve Sencar ve ardından Mısır valisi oldu, Abdullah b. Abbas, Cemel savaşından sonra Basra valisi, Ebu Eyüp el-Ensari, Medine valisi, Ebu Musa Eş’eri, Osman tarafından Kufe valisi olarak atanmış daha sonra Malik Eşter’in önerisi ile İmam Ali (a.s) onu bir müddet görevde tutmuş, ama bir süre sonra hatalarından dolayı azletmiştir, Huriyet b. Raşit, Ahvaz valisi, Huzeyfe b. Yeman, Osman tarafından Medain valisi olarak atanmış, İmam Ali de onu görevinde tutmuştur. Kumeyl ibn Ziyad, Heyt valisi, Muhannef b. Süleym, İsfahan, Rey ve Hamedan valisi, Süleyman b. Sured, Cubbel valisi. İmam Ali’nin (a.s) atadığı bazı valiler İmam Ali’nin (a.s) düşmanları tarafından öldürüldü. Örneğin: Malik Eşter, Muhammed b. Ebu Bekir, Abdullah b. Habbab Ert, Muhammed b. Ebu Huzeyfe, Ebu Hassan b. Hassan Bekri ve Halu b. Afv. Bazıları ise İmam’ın (a.s) zamanında ileri yaşlarından ötürü dünyadan göçmüşlerdir. Örneğin: Sehl b. Huneyf, Ebu Kutade ve Huzeyfe b. Yeman. Bir grup ise İmam Ali’nin (a.s) son nefesine kadar görevlerinin başında kalmışlardır. Örneğin: Kays b. Sa’d, Osman b. Huneyf, Kumeyl, Sa’d b. Mesut ve Süleyman b. Sured. Bazıları ise görevlerini ihmal ederek zaaf göstermişlerdir. Örneğin: Ubeydullah b. Abbas ve Said b. Nemran azarlanmış ve kınanmışlardır. Bazıları da ihanetlerinden dolayı İmam Ali (a.s) tarafından görevden alınarak azledilmişlerdir. Örneğin: Munzir b. Carud ve Ukbe b. Amr.[87]

Savaşlar
Cemel (Nakisin) Savaşı

Cemel Savaşı, İmam Ali (a.s) ile Nakisin (neks, bozmak, ihlal etmek çiğnemek anlamındadır. Talha, Zübeyr ve taraftarları, ilk önce İmam Ali’ye (a.s) biat etmiş ve ardından biat ve anlaşmalarını ihlal ederek bozdukları için onlara nakisin denmektedir.)[88] Arasında hicrî 36 yılında cemaziyülahır ayında gerçekleşti.[89] Talha ve Zübeyr, ilk önceleri hilafete göz dikmişlerdi,[90] ancak isteklerine kavuşamayınca ve İmam Ali (a.s) halife olunca, imamla hilafeti paylaşma eğilimine girmişledir. O ikisi, İmam Ali’den Basra ve Kufe valiliklerini onlara vermesini istemişler, ancak İmam onlara bu iki yerin valiliklerini uygun görmemiştir.[91] Bundan dolayı, kendileri Osman’ın katili olarak müttehim ve zanlı olmalarına rağmen ve halk arasında Osman’ın öldürülmesinde Talha’dan daha açgözlü kimsenin bulunmamasının bilinmesine rağmen[92] kendi amacına ulaşmak için Ayşe ile birlik oldular. Hâlbuki Ayşe’nin kendisi de Osman’ın evi kuşatıldığında bırakın Osman’a yardım etmeyi Osman’a itiraz edenleri hak talep edenler olarak anmıştır, ama buna rağmen Ayşe, halkın İmam Ali’ye (a.s) biat ettiğini duyunca, hemen Osman’ın zulümle öldürüldüğünü dile getirmiş ve Osman’ın katillerinin cezalandırılmasını istemiştir.[93] Ayşe, önceden beri İmam Ali’ye (a.s) kin ve hınç duymaktaydı. Bundan dolayı, Talha ve Zübeyr’le birlik oldu.[94] Dolayısıyla bu grup üç bin kişilik bir ordu kurarak Basra’ya doğru hareket etti.[95] Bu savaşta Ayşe “asker” adlı bir erkek deveye binmişti, bundan dolayı bu savaş, Cemel savaşı olarak adlandırılmıştır.[96] İmam Ali’nin (a.s) emri ile (Basra valisi) Osman b. Huneyf, isyancıları hak yola davet etmekle görevlendirildi. Daveti kabul etmemeleri durumunda İmam Ali (a.s) oraya ulaşıncaya kadar onlara karşı direnmesi istendi.[97] İmam Ali (a.s) Basra’ya ulaşır ulaşmaz biatlerini bozanlara nasihat etmeye koyulmuş ve bu şekilde yaşanabilecek bir savaşı önlemeye çalışmıştır, ancak İmam’ın (a.s) bu girişimleri sonuç vermemiş ve karşı taraf İmam’ın (a.s) yaranlarından birini öldürerek savaşı başlatmıştır.[98] Elbette Zübeyr, savaş başlamadan önce İmam Ali’nin (a.s) Peygamber efendimizin (a.s) Zübeyr’e hitaben buyurduğu bir hadisi kendisine hatırlatması üzerine –Peygamber efendimiz (s.a.a) bir gün Zübeyr’e sen bir gün Ali ile savaşa tutuşacaksın demiştir- ordudan ayrılmış ve Basra’nın dışında Amr b. Curmuz tarafından öldürülmüştür.[99] Cemel ashabı, birkaç saat muharebenin ardından çok sayıda ölü vererek yenilmiştir.[100] Bu savaşta Talha öldürülmüş, Ayşe ise savaş sonrası saygın bir şekilde Medine’ye gönderilmiştir.[101]

Sıffin (Kasitin) Savaşı

Sıffin Savaşı, İmam Ali (a.s) ile Kasitin (Muaviye ve ordusu)[102] arasında Safer ayının hicrî 37. Yılında Şam’da Fırat yakınlarında “Sıffin” denen bir yerde gerçekleşmiştir. Sonunda savaş hicrî 38. yılı Ramazan ayında hakemlik olayı ile sona ermiştir.[103] Osman muhasara altına alındığında Muaviye ona yardım edebileceği halde ona yardım etmemiş ve onu Şam’a götürerek işleri kendi eline almayı istiyordu. Muaviye Osman öldürüldükten sonra, Şamlıların gözünde Hz. Ali’yi Osman’ın katili olarak tanıtmaya çalışıyordu. İmam Ali (a.s) işe koyulur koyulmaz Muaviye’ye mektup yazmış ve ondan kendisine biat etmesini istemiştir, ama Muaviye bahaneler üreterek ilk önce yanında dolaşan Osman’ın katillerini bana gönder ben onlara kısas uygulayayım, eğer böyle yaparsan sana biat ederim demiştir. İmam Ali (a.s) bu yazışmanın ve Muaviye’ye elçiler göndermesinin ardından Muaviye’nin kendisiyle savaşma niyetinde olduğunu anladı. Bunun üzerine ordusunu Şam’a doğru harekete geçirdi. Diğer taraftan ise Muaviye kendi ordusunu harekete geçirdi. Her iki ordu da Sıffin yakınlarında mevzi aldılar. İmam Ali (a.s) savaşın patlak vermemesi için mümkün olan her yola başvurdu. Dolayısıyla yeniden mektup yazışmaları yaşanmış, ancak bir sonuç alınamamıştır. Sonunda savaş hicrî 36. Yılda başladı.[104] Eğer son saldırı gerçekleşmiş olsaydı İmam Ali’nin (a.s) ordusu savaşı kazanmış olacaktı, ancak Muaviye, Amr b. As’la yaptığı görüşmelerin ardından hile yoluna başvurdu. Yanlarında bulunan Kur’anları mızrakların ucuna takarak Hz. Ali’nin (a.s) ordusunu Kur’an’ın hükmüne çağırmaları emrini verdi. Bu hile ve aldatmaca sonuç vermiş ve Hz. Ali’nin (a.s) ordusunda bulunan Kur’an karileri İmamın (a.s) yanına giderek: Bizler bu insanlarla savaşamayız, onların dediklerini kabul etmeliyiz, demişlerdi. Her ne kadar İmam Ali (a.s) bunun onların savaştan kaçmak için başvurdukları bir hile olduğunu söylese de fayda etmemiştir.[105] İmam Ali (a.s), Muaviye’ye bizler her ne kadar senin Kur’an ehli olmadığını bilsek de hakemliği kabul etmek zorunda olduğunu belirten bir mektup yazar.[106] Bir kişinin Şam ordusundan ve bir kişinin de Irak ordusundan oturarak Kur’an hükmüne göre bu konu hakkında görüş belirtmesi kararlaştırıldı. Şam ordusundan bu iş için Amr b. As görevlendirildi. Irak Ordusundan ise sonradan Havarici (Haricîleri) oluşturan Eş’as ve başka bir grup, Ebu Musa Eş’eri’yi önerdiler. Ancak İmam Ali (a.s) İbn Abbas veya Malik Eşter olması gerektiğini söyledi, ama Eş’as ve taraftarları bunu kabul etmediler. Bahaneleri ise Malik Eşter’in savaşa eğilimli olduğu ve İbn Abbas’ın ise olmaması gerektiğini söylediler, zira bu gruba göre Amr b. As, Mısır’dan olduğu için karşı tarafında Yemen’li olması gerekiyordu![107] Sonunda Amr b. As, Ebu Musa Eş’eri’yi aldatarak, hakemlik olayını Muaviye’nin lehine sonuçlandırmıştır.[108]

Nehrevan (Marikin) Savaşı

Sıffin’de gerçekleşen hakemlik olayı, İmam Ali’nin (a.s) bazı yaranlarının pratik olarak itiraz ve muhalefeti ile sonuçlanmıştır. Onlar neden Allah’ın işinde yargıda bulundun diye çıkışmışlarıdır, hâlbuki İmam Ali (a.s) bu işe başlangıçta muhalefet etmiş ve onların kendileri İmam Ali’yi hakemliğe zorlamışlardı. Ve sonunda İmam Ali’yi (a.s) tekfir etmiş ve lanetlemişlerdir.[109] Havariç (Hariciler) veya Marikin olarak adlandırılan bu grup, sonunda halkı öldürmeye başladılar. Babası Allah Resulünün (s.a.a) sahabesi olan Abdullah b. Habbab’ı öldürdüler ve gebe olan eşinin karnını deştiler.[110] Bu şekilde, İmam Ali (a.s) onlarla savaşmak zorunda kaldı. İmam savaştan önce İbn Abbas’ı onlarla müzakere etmesi için gönderdi, ancak bir yararı olmadı. Nihayet kendisi aralarına giderek onlarla konuştu. Bir çokları pişman olmasına rağmen bir çokları da kendi düşüncelerinde baki kaldılar. Sonunda savaş başladı ve Haricîlerden dokuz kişi geride kaldı, İmamın (a.s) yaranlarından ise yedi veya dokuz kişi öldürüldü.[111]

Şehadet

Nehrevan savaşından sonra, İmam Ali (a.s) Irak halkını yeniden Şam’a karşı savaşması için hazırlamaya başladı, ancak az bir grup dışında kendisine katılan olmadı. Öte yandan Irak’ın durumundan ve Iraklıların gevşekliğinden haberdar olan Muaviye, İmam’ın egemenliği altında bulunan Arap yarım adasına ve hatta Irak’ın çeşitli yerlerine saldırarak onların gücünü zayıflatmaya ve Irak yolunu açmaya koyuldu.[112] İmam Ali (a.s) Sıffin’a gitmek için ordusunu tedarik etmeye koyulduğu zaman, hicrî 40. Yılında Ramazan ayının 19’unda sabaha doğru Abdurrahman İbn Mülcem Muradi tarafından (namaz kıldığı sırada) saldırıya uğrayarak yaralandı ve Ramazan ayının 21’inde şehit oldu. İmam Ali, Muaviye ve Amr b. As’ın öldürülmesi için Haricîlerden üç kişinin iş birliği yaptığı ve Kuttam adlı bir kadının da bu işte rolü olduğu kaynaklarda geçmiştir, ancak bu konu biraz hikâyemsi ve mizansen görülmektedir.[113] Emirilmümin’in Hz. Ali’nin (a.s) çocukları -İmam Hasan, İmam Hüseyin ve Muhammed b. Hanifiyye- Abdullah İbn Cafer’le birlikte gece vakti Gariyin (Şimdiki Necef) denen yerde İmamı toprağa veridiler ve kabri gizlediler.[114] Çünkü Emeviler ve Hariciler eğer Hz. Ali’nin (a.s) kabri şeriflerinin yerini bilecek olsaydılar naaşını kabirden çıkarıp saygısızlık yapacaklardı.[115]

Vasiyetleri

İmam Ali’nin (a.s) çocuklarına gusül, kefen, namaz ve tedfin işlerinin nasıl olması gerektiğine dair nasihatler ettiği rivayet edilmiştir.[116] İmam (a.s) çocuklarına defnedildiği yerin gizli kalmasını vasiyet etmiştir.[117] İbn Mülcem tarafından başından aldığı darbenin ardından oğulları İmam Hasan ve İmam Hüseyin’e (a.s) şöyle nasihatte bulunmuştur:

“Allah’tan korkmanızı, dünya sizi istese bile onu istememenizi vasiyet ederim. Ona ait bir şeye ulaşmadığınız veya kaybettiğiniz için üzülmeyin. Hakkı söyleyin; ahiret ecri için çalışın. Zalime düşman, mazluma yardımcı olun. Siz ikinize, bütün evlatlarıma, ehlime ve bu vasiyetin ulaştığı kimselere Allah’tan korkmayı, işlerinizde intizamlı olmayı, birbirinize iyilikle davranmayı, insanlarla barışık yaşamayı vasiyet ederim. Ben dedeniz Resulullah’tan (s.a.a) şöyle duydum: “Birbiriyle barışık yaşamak bir yıllık namaz ve oruçtan daha faziletlidir.” Allah için, Allah için yetimlerin hakkını gözetin, onları bir aç bir tok bırakarak nezdinizde zayi etmeyin. Allah için, Allah için komşularınızın hakkına riayet edin. Onlar, size Nebi’nizin vasiyetidirler. O, komşular hakkında öylesine tavsiyelerde bulunurdu ki biz mirasa da dâhil olacaklar sandık. Allah için, Allah için Kur’an’a uyun; onunla amel etmede ve onun hükümlerine uymada başkası sizden önde olmasın. Allah için, Allah için namaza dikkat edin; çünkü namaz, dininizin direğidir. Allah için, Allah için, Rabbinizin evi Kâbe’ye dikkat edin, var olduğunuz müddetçe orayı boş bırakmayın, eğer orayı terk edecek olursanız ve saygınlığını korumazsanız azap hususunda sizlere fırsat dahi verilmez. Allah için, Allah için mallarınızla, canlarınızla ve dillerinizle Allah yolunda cihat edin. Size düşen görev, karşılıklı iyi ilişkilerde bulunmak, karşılıklı olarak hediyeler vermektir. Sırt çevirip gitmekten ve birbirinize dargın durmaktan sakının, iyiliği emredip kötülükten men etmeyi terk etmeyin. Aksini yaptığınız takdirde başınıza en kötüleriniz geçer ve sonra ne kadar çağırsanız da artık sizlere icabet edilmez. Ey Abdulmuttalip oğulları! “Müminlerin emiri katledildi” diyerek Müslümanların kanını akıtmaktan, öç almaya kalkışmaktan sakının. Sakın, benim için katilimden başkasını öldürmeyin. Biraz bekleyin bakın; şayet onun darbesinden ölürsem, darbesine karşı kendisine bir darbe vurun, organlarını kesmeyin. Ben Resulullah’ın şöyle dediğini işittim: “Öldüreceğiniz kuduz köpek bile olsa, ölünün bedenini kesmeyin.”[118]

Fazilet ve Menkıbeler
Kur’an Ayetleri

İmam Ali’nin (a.s) fazilet ve menkıbeleri için nazil olan ayet sayısı oldukça fazladır. Hatta İbn Abbas’tan nakledildiğine göre 300’ün üzerinde ayet İmamın fazileti hakkındadır.[121] Burada bu ayetlerden bazılarını zikredeceğiz:

Mübahale Ayeti

فَقُلْ تَعَالَوْا نَدْعُ اَبْنَاءَنَا وَاَبْنَاءَكُمْ وَنِسَاءَنَا وَنِسَاءَكُمْ وَاَنْفُسَنَا واَنْفُسَكُمْ ثُمَّ نَبْتَهِلْ فَنَجْعَلْ لَعْنَتَ اللّٰهِ عَلَى الْكَاذِبٖينَ (Tercüme: De ki: "Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım; sonra karşılıklı lanetleşelim de Allah'ın lanetini yalan söyleyenlerin üstüne kılalım.”) (61–3)

Hicrî onuncu yılında “Mübahale” günü, Allah’ın yalancılara azap etmesi için Müslümanlarla Necran Hıristiyanları arasında lanetleşme yapılması kararlaştırıldı. Bu amaçla, Peygamber efendimiz (s.a.a), Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i (a.s) kendisiyle sahraya götürdü. Hıristiyanlar Peygamberin kendisinden çok emin bir şekilde yalnızca en yakınlarını kendisiyle getirdiğini görünce, korkarak cizye ödemeyi kabul ettiler.[122]

Tathir Ayeti

اِنَّمَا يُرٖيدُ اللّٰهُ لِيُذْهِبَ عَنْكُمُ الرِّجْسَ اَهْلَ الْبَيْتِ وَيُطَهِّرَكُمْ تَطْهٖيرًا (Tercüme: Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece kiri (günah ve çirkinliği) gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.) (33–33) Şia ulemalarına göre, bu ayet Peygamber efendimizin (s.a.a) eşi Ümmü Seleme’nin evinde nazil olmuş ve nüzul anında orada Peygamberimizin (s.a.a) yanı sıra Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hüseyin de bulunmaktaydı. “Tathir ayeti” nazil olduktan sonra Hz. Muhammed (s.a.a) oturduğu bir parçayı (kisa) alarak “Kisa (Aba) Ashabının” üzerine örttü, yani kendisi, Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in. Sonra ellerini göye doğru kaldırarak şöyle dua etti: “Allah’ım! Benim ehlibeytim bu dört kişidir, bunları her türlü kir ve kötülükten temizle.”[123]

Meveddet Ayeti

قُلْ لَا اَسْپَلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْرًا اِلَّا الْمَوَدَّةَ فِى الْقُرْبٰى (Tercüme: “De ki: “Ben buna (yaptığım tebliğ görevine) karşılık sizden yakın akrabalarımı/Ehlibeytimi sevmeniz dışında bir ücret istemiyorum.) (23–42) İbn Abbas şöyle diyor: Bu ayet nazil olduğunda Allah Resulüne (s.a.a) şöyle arz ettim: Meveddet ve sevgisi farz olanlar kimlerdir? Hz. Muhammed şöyle buyurdu: “Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin.” Ve bu cümleyi üç kere tekrar etti.[124]

İlk Müslüman

Meşhur olduğuna ve hatta tevatür haddinde ulaştığına göre Hz. Ali (a.s) ilk Müslümandır.[125] Nitekim Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet günü havuz (Kevser) başında benimle ilk görüşecek olanınız İslam’da da en önde olanınız olan Ali olacaktır.”[126] Yine Hz. Peygamber (s.a.a) Hz. Fatıma (s.a) hakkında şöyle buyurmuştur: “Acaba seni ümmetim arasında herkesten önce İslam’ı kabul eden, onların en bilgili ve en sabırlı olanı ile evlendirmeme razı olmaz mısın?”[127]

Leyletü’l Mebit

Kureyş’in, Müslümanlara işkence ve eziyet etmesinin ardından, Hz. Peygamber (s.a.a) Müslümanlara Medine’ye hicret etme emrini verdi. Hazretin yaranları da birkaç aşamada Medine’ye doğru harekete geçtiler.[128] Kureyşlilerin Daru’n Nedve’de (Kureyş kabilesinin ileri gelenlerinin istişare etmeleri için yaptırdığı binadır) yaptıkları toplantıda bir çok görüş ileri sürüldü. Alınan karara göre her kabileden genç ve cesur birisi Allah Resulünü (s.a.a) kendi evinde öldürmesi için görevlendirildi. Cebrail (a.s) Peygamber efendimize (s.a.a) nazil olarak Kureyş’in planını deşifre etmiş ve o geceyi kendi yatağında yatmaması ve hicret etme emrini iletir. Hz. Peygamber (s.a.a) Hz. Ali’ye (a.s) düşmanın komplosunu anlatarak kendisinden kendi yatağına yatmasını ister.[129] Müfessirler ayetin nüzul sebebini وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَشْرٖى نَفْسَهُ ابْتِغَاءَ مَرْضَاتِ اللّٰهِ وَاللّٰهُ رَؤُفٌ بِالْعِبَادِ (Tercüme: İnsanlardan öyleleri de var ki, Allah'ın rızasını almak için kendini feda eder. Allah da kullarına şefkatlidir.) (207–2) Hz. Ali (a.s) ve “leyletu’l mebit” hakkında olduğu görüşüne kaildirler.[130]

Hz. Muhammed’in hicret ettiği ve Hz. Ali’nin Onun yatağına yattığı gece "Leyletü'l Mebit" olarak adlandırılır.

Allah Resulünün Kardeşi

Hz. Peygamber (s.a.a) Medine’ye girdikten sonra önce Muhacirler arasında, daha sonra Muhacir ve Ensar arasında kardeşlik akdi kıydı. Ve her ikisinde de Hz. Ali’ye şöyle buyurdu: “Sen dünya ve ahirette benim kardeşimsin,” diyerek aralarında kardeşlik akdi kıydı.[131]

Reddü’ş Şems (Güneşin Dönüşü)

Hicrî yedinci yılda günlerden bir gün Hz. Peygamberle Hz. Ali öğlen namazını kıldılar ve Hz. Resulullah (s.a.a) Hz. Ali’yi (a.s) bir iş için görevlendirdi, ama Hz. Ali ikindi namazını kılmamıştı. Hz. Ali (a.s) geri dönünce, Peygamber efendimiz başını Hz. Ali’nin kucağına koyarak uyudu. Bu sırada güneş batmıştı. Hz. Peygamber uykudan uyanınca “Allah’ım! Senin kulun Ali, kendisini Peygamberi için korudu, güneşi onun için geri döndür.” diye dua etti. Bu sırada güneş geri döndü. Hz. Ali kalkarak abdest aldı ve ikindi namazını kıldı ve sonra güneş yeniden battı.[132]

Beraat Suresinin İblağ Edilmesi

Tövbe Suresinin ilk ayetleri ‘Müşriklerin tevhit inancına inanmaları ve Müslümanların zümresine katılmaları, ancak inat etmeleri durumunda savaşa hazırlıklı olmaları ve her nerede tutuklanırlarsa öldürüleceklerini bilmeleri gerektiğine dair kendilerine dört ay süre tanınması’ hakkında indiğinde Hz. Peygamber (s.a.a) hac merasimine katılma düşüncesinde değildi. Bundan dolayı ilahî emir gereği: ‘Bu emri Peygamberin kendisi veya ondan olan birisi insanlara ulaştırmalı ve bu iki kişi dışında kimsenin bu iş için salahiyetinin olmadığı’ belirtilince,[133] Hz. Muhammed Mustafa (s.a.a) Hz. Ali’yi (a.s) çağırarak ondan Mekke’ye gitmesini ve Mina’da kurban bayramı günü Beraat (Tövbe) Suresini Müşriklere iblağ ederek ulaştırmasını istedi.[134]
Hak Hadisi: Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: عَلی مَعَ الحقِّ و الحقُّ مَعَ عَلی (Tercüme: Ali hak ile hak da Ali iledir.)[135]
Seddu’l Ebvab (kapıların kapatılması): Hz. Peygamber efendimiz (s.a.a) Hz. Ali’nin kapısı dışında Mescid-i Nebi’ye bakan tüm kapıların kapatılmasını emretti. Bunun nedenini sorduklarında efendimiz şöyle buyurdu: “Ben Ali’nin kapısı dışında tüm kapıların kapatılması için görevlendirildim, ama bu konuda tartışmalar yaşandı. Allah’a andolsun ki hiçbir kapıyı kapatıp, açmadım, ancak bu iş için görevlendirilmiş ve ona itaat etmişimdir.”[136]

İslam İlimlerinin Başlatıcısı

İbn Ebu’l Hadid, hicrî yedinci yüzyıl Ehli Sünnet (mutezile) âlimlerindendir. Nehcü’l Belağa’ya yazdığı şerhin mukaddimesinde şöyle yazmaktadır: Düşmanlarının faziletlerini itiraf ettiği ve faziletlerini inkâr edemeyip, gizleyemedikleri kişi hakkında ne diyebilirim ki? Herkes Emevilerin, İslam ülkelerinin doğusundan batısına kadar ellerinin her yere ulaştığını biliyor, onlar her hile ve desise ile onun azamet nurunu söndürmeye çalışmış, onu kötüleyen ve kınayan çok sayıda hadisler uydurmuşlar, tüm minberlerde ona lanet okutmuşlar, onu övenleri tehdit etmek bir yana hapislere atarak öldürmüşler, onun faziletini anlatan yahut adını yücelten hadis ve rivayetleri yasaklamışlar ve hatta insanların çocuklarına Ali adını koymalarını bile yasaklamışlardı. Ama tüm bunların etki etmemesi bir yana onun adı daha da yücelmiş ve daha da üstün olmuştur. O, misk gibiydi, her ne kadar çok örtülürse atmosfere daha çok güzel koku yaymaktadır.[137] İbn Ebu’l Hadid sözünün devamında şunları yazmaktadır: Her faziletin başlangıç dizesi ve her insanlık imtiyazının kaynağı olan kişi hakkında ne diyebilirim ki? Her fırka ve grup kendisini ona bağlamakta ve ona nispetleri ile övünmektedir. O, tüm imtiyaz ve seçkilerin başlangıç kaynağı idi. Bu meydanda önceliği kimseye kaptırmamış ve bu mücadelenin öncüsü olmuştur.[138]

Kelam İlmi

İbn Ebi’l Hadid şöyle demektedir: İlahiyat ilmi ve Allah Teâlâ’nın sıfatlarını tanımak ilimlerin eşrefi ve en üstünüdür. Bu ilmin detaylı açıklaması Hz. Ali ile başlamıştır. Bu sanatın nazar ve istidlal sahipleri, Onun öğrencileridir. Tevhit ve Adl ehli olan Mutezile, onun öğrencileri ve ashabıdırlar. Zira onların öncüleri olan Vasıl b. Ata, Ebu Haşim Abdullah b. Muhammed b. Hanefiyye’nin öğrencisidir. Ebu Haşim ise babasının öğrencisidir, babası da İmam Ali’nin (a.s) öğrencidir.[139] Eş’ariler de Hz. Ali’de sonlanmaktadırlar. Şöyle ki bu fırkanın kurucusu Ebu’l Hasan Ali b. (İsmail b.) Ebu Beşer Eş’ari’dir. O, Ebu Ali Cubbai’nin öğrencisidir ve o da Mutezilenin üstatlarından birisidir. Dolayısıyla Eş’arilik de nihayetinde Mutezilenin üstadına dayanmaktadır ve o, İmam Ali’dir (a.s).[140] İmamiye ve Zeydiye’nin de Hz. Ali’ye (a.s) mensup oldukları açık ve açıklamaya ihtiyaç duyulmamaktadır.[141]

Fıkıh İlmi

İbn Ebi’l Hadid şöyle diyor: İmam Ali (a.s) fıkıh ilminin temel ve esasıdır. İslam’daki her fakih onun sofrasından yararlanmaktadır. Şia fıkhının ona istinadı açıktır ve açıklamaya hacet yoktur. Ebu Yusuf, Muhammed gibiler Ebu Hanife’nin yaranları ve fıkhı Ebu Hanife’den öğrenmişlerdir. Ahmed b. Hambel, Şafii’nin öğrencisidir ve o da Ebu Hanife’den fıkhı öğrenmiştir ve Ebu Hanife’de İmam Cafer Sadık’ın (a.s) öğrencisidir. Ve O da babası İmam Muhammed Bakır (a.s) ve o da babaları vasıtasıyla İmam Ali’ye (a.s) ulaşmaktadır. Malik İbn Enes, fıkhı Rabietu’r Rey’den öğrenmiştir. Rabiet, İkrime’nin öğrencisi ve o da Abdullah b. Abbas’ın öğrencisidir. İbn Abbas’ta Hz. Ali’nin (a.s) öğrencisidir. Şafii’nin fıkhını da Malik’in öğrencisi olması hasebiyle İmam Ali’ye nispet verebiliriz. Bu şekilde, Ehli Sünnetin dört fakihi de İmam Ali’ye (a.s) mensup olmuş olur. Sahabe fakihler, Ömer b. Hattab ve Abdullah b. Abbas’ın her ikisi de ilimlerini İmam Ali’den (a.s) almıştır. İbn Abbas’ın öğrenciliği açıktır. Herkes biliyor ki Ömer de bir çok kere zor konularda İmam Ali’ye başvurmuş ve bir çok kere şöyle demiştir: “Levla Ali’yyun Le-heleke Ömer/Ali olmasaydı Ömer helak olurdu”, ve “Ebu’l Hasan’ın (İmam Ali’nin künyesi) olmadığı bir yerde zor ve karışık konularla karşılaşmaktan Allah’a sığınırım.” Ayrıca yine şöyle demiştir: “Ali mescitte olduğu sürece kimsenin fetva vermeye hakkı yoktur.” Dolayısıyla İslam fıkhının da ona ulaştığı netlik kazanmış olmaktadır. Şia ve Sünniler, Hz. Peygamber efendimizden (s.a.a) şöyle bir rivayet nakletmişlerdir: “Akdakum Ali/Sizin en kadınız (yargılayıcınız) Ali’dir.” Kadılığın fıkıh ilminin bir parçası olduğuna binaen bu şekilde Hz. Ali’nin (a.s) öteki sahabelerden daha fakih olduğu ortaya çıkmaktadır.[142]

Tefsir

İbn Ebi’l Hadid, şöyle diyor: Hz. Ali (a.s) tefsir ilminin kurucusudur ve her kim tefsirlere müracaat edecek olursa bunu açıkça görür. İster o kısımdaki ayet doğrudan onun tarafından tefsir edilmiş olsun ve isterse o ayetin tefsiri İbn Abbas tarafından yapılmış olsun, çünkü o da Hz. Ali’den almıştır. İbn Abbas’a senin ilmin ile amcaoğlunun (İmam Ali’nin) ilminin nispeti nedir? Diye sorulduğunda İbn Abbas şöyle cevap vermiştir: Sonsuz bir okyanusta bir yağmur tanesi gibidir.[143]

Tarikat İlmi

İbn Ebi’l Hadid şöyle diyor: Tarikat, hakikat ve tasavvuf ilim sahipleri senet ve belgelerini İmam Ali’ye (a.s) dayandırmaktadırlar ve sufilerin şu ana kadarki şiarı olan “خرقه/hırka” buna delalet etmektedir.[144]

Arap Edebiyatı

İbn Ebi’l Hadid şöyle demektedir: Herkes İmam Ali’nin (a.s) nahv ilmi ile Arap edebiyatının mucit ve yenilikçisi olduğunu bilmektedir. İmam Ali (a.s) o ilmin tüm kaide ve kurallarını Ebu’l Esved Dueli’ye imla etmiştir. İmam Ali’nin (a.s) Ebu’l Esved Dueli’ye öğrettiği kurallardan bazıları şunlardır: Kelam üç kısımdır; isim, fiil ve harf. Kelime marife ve nekre olarak taksim edilir. İ’rablar ref’, nasb, cer ve cezm olarak taksim edilir.[145]

Fesahat ve Belagat

İbn Ebi’l Hadid şöyle diyor: Fesahat açısından Hz. Ali (a.s), fasihlerin öncüsü ve belagatçıların başıdır. Onun kelamı hakkında şöyle denmiştir: “Dune kelamu’l Halik ve fevka kelami’l Halik/Allah’ın kelamından aşağı, mahlûkun kelamından yukarıdır.” ve buna en bariz tanık Nehcü’l Belağa’dır. Abdulhamid b. Yahya, Hz. Ali’nin yetmiş hutbesini ezberlediğini ve onun edebi kaynayışından başladığını söylemiştir. İbn Nubate ise şöyle demiştir: hutbelerden hazine ezberledim, ondan her ne kadar alırsam azalmaz, aksine artar. Ali b. Ebu Talib’in (a.s) vaaz ve nasihatlerinden yüz fasıl ezberledim.[146]

Ahlaki Özellikleri
Cömertlik ve Sahavet
Namaz Halinde Sadaka Vermesi

İbn Ebi’l Hadid şöyle diyor: Hz. Ali’nin (a.s) sahavet ve cömertlik durumu da açıktır. Oruç tutar iftarını ise ihtiyaç sahiplerine verirdi. (Ve ona ihtiyaçları olduğu halde yemeklerini yoksula ve yetime ve tutsağa verirler, onları doyururlar. İnsan suresi, 8) ayeti onun hakkında nazil olmuştur. Müfessirlerin dediğine göre Hz. Ali’nin (a.s) bir gün dört dirhemi vardı. Bir dirhemini gece, bir dirhemini gündüz, üçüncü dirhemini gizli ve dördüncü dirhemini ise açıkça sadaka verdi. Bunun üzerine (Onlar mallarını gece gündüz; gizli ve açık Allah yolunda harcarlar. Bakara, 274) ayeti nazil oldu. Kendi eliyle Yahudilerin Medine’deki hurmalıklarını suladığı söylenmiştir. Nitekim elleri nasır bağlamış ve ondan gelen ücreti ise sadaka olarak vermiş, buna rağmen kendi karnına taş bağlardı. Diyorlar ki: hiçbir zaman hiçbir dilenciye “yok” demedi. Bir gün Mahfen b. Mahfen Muaviye’nin yanına geldi. Muaviye ona nereden geliyorsun? Diye sordu. Mahfen Muaviye’nin hoşuna gitmesi için: İnsanların en cimrisinin –yani Ali’nin (a.s)- yanından geliyorum, dedi. Muaviye dedi ki: Sana yazıklar olsun; Eğer yanında bir depo dolusu altın ve bir depo dolusu saman olsa, altın deposunu saman deposundan daha erken ihtiyaç sahiplerine ulaştıracak birisi hakkında nasıl böyle konuşabilirsin?![147]

Bağış ve Hoşgörüsü

İbn Ebi’l Hadid şöyle diyor: İmam Ali (a.s) alçakgönüllülük, bağış, büyüklük, hatayı görmezlikten gelme konularında herkesten daha toleranslı idi. Nitekim Cemel vakası bunun en güzel örneğidir. Şöyle ki onun en azılı düşmanlarından olan Mervan b. Hakem’i ele geçirince onu azat etmiş ve işlediği büyük hatasından geçmiştir. Abdullah ibn Zübeyr, halkın önünde İmam Ali’ye (a.s) kötü sözler sarf etmekteydi. Abdullah ibn Zübeyr, Ayşe’nin ordusu ile Basra’ya gelince bir hutbe okumuş ve hutbesinde ağzına gelen her şeyi onun hakkında söylemiş ve hatta: şimdi insanların en alçağı ve düşüğü (neuzibillah) sizin şehrinize doğru geliyor demiştir, ancak İmam (a.s) onu ele geçirince onu bağışlamış ve ona yalnızca şöyle demiştir: Git, seni gözüm görmesin. Nitekim Said b. As’ı –düşmanlarından birisiydi- Cemel savaşından sonra Mekke’de ele geçirmiş, ancak ona sırtını dönerek ve bir şey dememiştir. Hz. Ali’nin (a.s) Cemel Savaşından sonra Ayşe’ye davranışı meşhurdur. Ayşe’ye galip gelince, ona kıymet vermiş ve onu Medine’ye göndermek istediğinde Abd Kays kabilesinden yirmi kadına erkek elbisesi giydirmiş ve ellerine hamail kılıcı vererek onunla göndermiştir. Oysa Ayşe yol boyunca durmadan Hz. Ali’ye (a.s) beddua ederek hakaret etmiş ve benim saygınlığımı çiğneyerek beni erkeklerle birlikte gönderdi demiştir. Ancak Medine’ye ulaştıklarında (yüzleri örtülü) erkek elbisesi giymiş kadınlar ona dönerek: bak gör, seninle birlikte buraya gelen bizler kadınız. Ayşe ile birlikte Hz. İmam Ali’ye (a.s) karşı savaşıp İmamın bazı yaranlarını öldüren Basra halkının hepsini azat etmiş ve ordusuna hiç kimseye dokunmamalarını emrederek her kim silahını yere koyarsa azattır demiştir. Ne onlardan esir almış ve ne de ganimet olarak onlardan mal almıştır. Hz. Peygamberin (s.a.a) Mekke’nin fethinde Mekkelilere yaptığının aynısını yapmıştır. Muaviye Ordusu, Sıffin’de İmam Ali’nin ordusunun suyunu kesmiş ve onun ordusu ile Fırat havzası arasında engel olmuşlardı. Muaviye’nin ordu ileri gelenleri şöyle diyorlardı: Ali ve Ordusunu susuz bir şekilde kılıçtan geçirelim, nitekim o da Osman’ı susuz öldürmüştü! Daha sonra İmam Ali’nin ordusu savaşarak suyu onların elinden geri aldılar. Burada İmamın ordusu da Muaviye Ordusunun susuzluktan bitkin düşerek susuz ölmeleri için Muaviye’nin ordusundan kimsenin su almasına izin vermemeliyiz demişlerdi, ancak Hz. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: Asla biz böyle yapmayacağız. Fırat’ın bir kısmından yararlanmaları için onlara izin verin.[148]

Tebessüm ve Güler Yüzlülüğü

İbn Ebi’l Hadid şöyle diyor: Hz. Ali’nin (a.s) güler yüzlü ve tebessümlü oluşu insanlar arasında deyim olmuştu. Nitekim düşmanları Hz. Ali’nin (a.s) bu sıfatını onun için bir ayıp saymışlardır! Hz. İmam’ın (a.s) Sa’sa’a b. Suhan ve öteki yaranları şöyle diyorlar: Ali (a.s) bizim aramızda bizlerden biri gibiydi, kendisi için hiçbir ayrıcalığa kail değildi, ancak tevazu ve alçakgönüllülüğünün yanı sıra o kadar heybetli ve korkutucu idi ki onun karşısında elinde kılıç tutmuş bir adımın eli altında elleri kolları bağlı esir gibiydik.[149]

Allah Yolunda Cihat

İbn Ebi’l Hadid, şöyle diyor: Hz. Ali’nin (a.s) dost ve düşmanları onun mücahitlerin başı olduğunu itiraf etmektedirler. Onun karşısında kimse bu sıfata layık değildir. Herkes, İslam’ın müşriklerle yaptığı en zor ve en ağır savaşın Bedir savaşı olduğunu biliyor. Bu savaşta müşriklerden yetmiş kişi öldürülmüştür. Bunlardan yarısı Hz. Ali (a.s) tarafından öldürülmüş ve diğer yarısı ise Meleklerin yardımı ile öteki Müslümanlarca öldürülmüştür. Hz. Ali’nin (a.s) Uhud, Ahzab, Hayber, Huneyn ve diğer gazvelerdeki durumu da tarihte meşhurdur ve bizim Mekke, Mısır ve öteki yerleri tanıdığımız gibi açıklamaya ihtiyacı olmayan zorunlu işlerdendir.[150]

Şecaat

İbn Ebi’l Hadid şöyle diyor: O, şecaat meydanının bir numarası idi. Geçmişteki (kahramanları) insanların aklından çıkarttı ve gelecektekileri de kendisiyle yok etti. Hz. Ali’nin savaşlardaki konum ve pozisyonu tarihte öyle meşhur olmuştur ki Kıyamete kadar onu misal olarak söyleyeceklerdir. Asla firar etmeyen kahraman bir yiğitti. Orduların çokluğundan korkmamış, yokluk diyarına göndermediği kimse ile tutuşmamış ve hiçbir zaman ikincisine ihtiyaç duyulan bir darbe vurmamıştır. İkisinden birisinin ölmesiyle insanların zarar görmemesi için Muaviye’yi mübarezeye (teke tek savaşmaya) çağırdığında Amr b. As, Muaviye’ye şöyle dedi: Ali sana karşı insaflı davrandı. Muaviye ona dönerek şöyle dedi: Benimle olduğun süre zarfında bana asla hiç bu şekilde bir kazık atmamıştın! Sen beni hiçbir zaman kimsenin pençesinden kaçamadığı kişiye karşı mı mübarezeye çağırıyorsun? Öyle sanıyorum ki benden sonra Şam’a hükmetmeyi gönlünden geçiriyorsun![151] Arap milleti her zaman savaşta Hz. Ali (a.s) ile karşı karşıya kaldığı veya her hangi bir akrabasının Hz. Ali’nin eliyle öldürüldüğü için iftihar etmektedir. Bir gün Muaviye, tahtında uyuya kalmıştı. Gözünü açınca birden Abdullah ibn Zübeyr’i karşısında gördü. Abdullah İbn Zübeyr, ona şaka yolu ile şöyle der: “Ey Müminlerin emiri! Eğer istersen seninle bir güreş tutalım.” Muaviye ona şöyle der: “Kendine gel ey Abdullah! Görüyorum ki yiğitlik ve şecaatinden dem vuruyorsun!” Abdullah dedi ki: “Yoksa sen benim şecaatimi inkâr mı ediyorsun? Ben Ali’nin karşısına çıkmış ona karşı savaşmış biriyim.” Muaviye dedi ki: “Asla böyle olmadı. Eğer sen bir an bile Ali’nin karşısında durmuş olsaydın sen ve babanı sol eliyle öldürür, sağ elini ise savaşmak için boşta bekletirdi.[152]

İbadet

İbn Ebi’l Hadid şöyle diyor: Hz. Ali (a.s) insanların en çok ibadet edeni ve namaz ve orucu herkesten daha çok olan idi. İnsanlar gece namazını, zikir ve müstahap namazlarda sürekliliği ondan öğrenmişlerdir. Müstahap namazlara öyle önem veriyordu ki Sıffin savaşında leyletu’l herir gecesinde iki saf arasında bir seccade yere atmış ve oklar havada sağdan soldan uçuştuğu halde o şekilde namazla meşgul olan birisi hakkında ne düşünülebilir? Secdenin çokluğundan alnı develerin dizleri gibi olmuştu. Her kim onun münacat ve dualarına dikkat edecek olursa Allah’ın azamet ve büyüklüğünü, Onun heybeti karşısındaki tevazusunu, izzeti karşısındaki huşusunu ve Onun karşısındaki toprağa bulanışını görür ve onlarda gizlenmiş ihlası anlar ve nasıl bir kalpten coştuğunu ve nasıl bir dilden aktığını bilir.[153]

Züht

Hz. İmam Ali (a.s) zahitlerin önderi idi. Her kim bu meydanda adım atmak isterse onu dikkate alırdı. Hz. Ali (a.s) asla karnını yemekle doyurmadı, yiyecek ve giyecekleri en kaba olanlardı. Abdullah b. Ebu Rafi şöyle diyor: Bir bayram günü Ali’nin (a.s) yanına gittim. Yanında başı mühürlenmiş bir kese gördüm. Keseyi açtığında arpa kepeğinden yapılmış ekmek kırıntılarının olduğunu gördüm. Onu yemeğe başladı. Dedim ki: “Ey Emirülmüminin! Neden bunu mühürlemişsin? Buyurdu ki: “Çocuklarımın bu ekmekleri yağlamaları veya zeytinyağına bulamalarından korktuğum için.” Elbiseleri bazen deri ve bazen de hurma lifleri ile bağlanmış olurdu. Ayakkabısı her zaman lif idi ve en sert ve haşin elbiseler giyerdi. Yiyeceği eğer olursa sirke yahut tuz olurdu ve eğer şayet denk gelirse bundan daha üstünü bazı bitkiler olurdu ve eğer bundan da daha üstünü olursa birazcık deve sütü olurdu. Et yemezdi, ancak az yerdi ve şöyle derdi: “Midelerinizi, hayvan mezarlıklarına çevirmeyiniz.” Buna rağmen insanların en güçlüsü idi ve açlık onun gücünden eksiltmezdi. O, dünyayı terk etmişti, hâlbuki Şam dışında tüm İslam topraklarının bütün malları onun ihtiyarındaydı, ancak hepsini insanlar arasında taksim ederdi.[154]

Eserler
Nehcü’l Belaga

İmam Ali’nin (a.s) konuşma ve yazılarının bir araya getirildiği en meşhur eser Nehcü’l Belaga’dır. Hicrî dördüncü yüzyıl ulemalarından Seyyid Razi tarafından bir araya getirilmiştir. Nehcü’l Belağa, Kur’an’dan sonra Şia’nın en kutsal dini metni ve Arapların en seçkin edebi eseridir. Bu kitap üç bölümden oluşmaktadır. Hutbeler, mektuplar ve İmam Ali’nin (a.s) çeşitli zamanlarda söylediği veya çeşitli insanlara yazdığı bazı kısa sözlerinden oluşmaktadır:

Hutbeler, 239 hutbeden oluşmakta ve zaman olarak üç bölüme ayrılmaktadır:

Hükümet öncesi
Hilafet dönemi
Hilafet sonrası
Mektuplar, 79 mektuptan oluşmaktadır ve neredeyse tamamı hilafeti döneminde yazdıklarıdır.
Kısa sözler yahut hikmetli kısa sözler, 480 sözden oluşmaktadır.
Nehcü’l Belağa’nın bazı şerhleri şunlardan ibarettir: Şerh-i İbn Meysem Bahrani, Şerh-i İbn Ebi’l Hadid-i Mutezili, Şerh-i Muhammed Abduh, Şerh-i Muhammed Taki Caferi, Nehcü’l Belağa’dan dersler, Hüseyin Ali Munteziri, Şerh-i Fahri Razi, Minhacu’l Berae, Kutbuddin Ravendi ve şerh-i Nehcü’l Belağa, Muhammed Bakır Nevvab Lahicani.[155]

Gureru’l Hikem ve Dureru’l Kelim

Gureru’l Hikem ve Dureru’l Kelim, beşinci yüzyıl ulemalarından Abdulvahit b. Muhammed Temimi Amedi tarafından toplanarak bir araya getirilmiştir. Gureru’l Hikem kitabında İmam Ali’ye (a.s) ait yaklaşık olarak 10760 söz bulunmaktadır. Kitap alfabetik sıraya göre şu konular esasına göre dizayn edilmiştir: İnançsal ve itikadi hadisler, ibadetle ilgili hadisler, Ahlaki hadisler, Siyasi hadisler, iktisadi hadisler ve sosyal hadisler.[156]

Desturu Mealimu’l Hikem ve Me’suru Mekarimu’ş Şiyem

Desturu Mealimu’l Hikem ve Me’suru Mekarimu’ş Şiyem kitabı, Kadı Kudai tarafından toplanarak bir araya getirilmiştir. Kendisi dördüncü yüzyılda yaşamış Şafii mezhebi ulemalarındandır. Ehli Hadis arasında güvenilir birisidir. Elbette bazıları Kadı Kudai’yi Şii olarak tanıtmıştır.[157] Desturu Mealimu’l Hikem kitabı, dokuz bölümden oluşmaktadır: İmam Ali’nin (a.s) faydalı hikmetli sözleri, dünyayı kınaması ve ona temayülü olmadığına dair sözleri, nasihatler, vasiyet ve nehiyler, kendisine sorulan sorulara verdiği cevaplar, garip sözleri, nadir sözleri, dua ve münacatları ve elimize ulaşan şiirleri.[158] İmam Ali’ye (a.s) ait sözlerin bir araya getirilerek yazılan bazı kitaplar ise şunlardan ibarettir:

Nesru’l La’li, Ebu Ali Fazıl b. Hasan Tabarsi tarafından yazılmıştır.
Matlub Kullu Talib min Kelami Emire’l Mümin’in Ali b. Ebi Talib aleyhi selam, intihab Cahiz, Şerh-i Reşit Vetvat.
Kalaidu’l Hikem ve Fevaidu’l Kelim, Kadı Ebu Yusuf Yakup b. Süleyman İsfrayani tarafından toplanmıştır.
Emsalu’l İmam Ali b. Ebi Talib, Sıffin Nasr b. Mezahim kitabında İmam Ali’ye (a.s) ait sözler ve mektuplardan oluşmaktadır.
Ashabı
Salmanı Farisi: Hz. Peygamber efendimiz (s.a.a) ve İmam Ali’nin (a.s) en üstün ashap ve yaranlarındandır. Masum İmamlar (a.s) tarafından hakkında çok sayıda hadis nakledilmiştir.[159] Örneğin Peygamber efendimizin onun hakkında buyurduğu şu hadis-i şerif: “Salman biz Ehlibeyttendir.”[160]

Malik Eşter Nahai: Malik Eşter diye bilinen, Malik b. Haris Abd Yağus Nahai. Yemen’de dünyaya geldi. O, İmam Ali’ye biat eden ilk kişidir. Cemel, Sıffin ve Nehrevan savaşlarında İmam Ali’nin (a.s) komutanlarındandı.[161]

Ebu Zer Gaffari (Cundeb b. Cenade): Ebu Zer Gaffari diye meşhurdur. Peygambere iman etmiş[162] ve Peygamber efendimizin vefatından sonra İmam Ali’nin (a.s) taraftarlarından olmuştur. Ebu Bekir’e biat etmeyen kaç kişiden birisidir.[163]

Mikdad b. Amr (Mikdad b. Esved Kindi): Peygamber efendimizin (s.a.a) bi’setinin başında ona iman edip Müslüman olan ilk yedi kişiden birisidir. Hz. Peygamberin (s.a.a) vefatından sonra Mikdad, Ebu Bekir’e biat etmeyenlerden birisi olmuş ve İmam Ali’nin (a.s) 25 yıllık sessizliği dönemi boyunca her zaman onun yanında yer almıştır.[164]

Kumeyl İbn Ziyad: Allah Resulünün ashabının tabiinlerinden olan Kemeyl İbn Ziyad Nahai, aynı zamanda İmam Ali (a.s) ve İmam Hasan’ın (a.s) has yaranlarındandır.[165] O, Hz. Ali’nin (a.s) hilafetinin ilk günlerinde ona biat etmiş ve İmam Ali’nin (a.s) savaşlarında onun düşmanlarına karşı savaşmıştır.[166]

Ammar Yasir: Hz. Peygambere (s.a.a) iman eden ilk kişilerdendir ve Habeş’e hicret eden ilk Müslüman kafilesi ile birlikte hicret etmiştir. Peygamber efendimizin Medine’ye hicretinden sonra o da oraya gitmiştir. Kendisi Hz. Peygamberin (s.a.a) vefatından sonra Ehlibeyt (a.s) ve İmam Ali’yi (a.s) savunma yolunda sağlam ve ilkeli bir duruş sergilemiştir. Ömer İbn Hattab’ın hükümeti döneminde, bir süreliğine Kufe’nin emirliğini yapmış, ancak adil bir kişiliği ve sade yaşamından dolayı bir grup onun görevden çekilmesi ortamını hazırladı. Sonra Medine’ye geri dönerek Hz. Ali’nin (a.s) yanında kalarak ondan yararlanmaya başladı.[167]

İbn Abbas (Abdullah b. Abbas): Hz. Peygamber ve İmam Ali’nin amcaoğludur. Peygamberden çok sayıda hadis nakletmiştir.[168] İbn Abbas halifelerin döneminde her zaman Hz. Ali’yi (a.s) hilafet makamına layık görmüş ve İmam Ali’nin (a.s) hükümeti döneminde Cemel, Sıffin ve Nehrevan savaşlarında İmamın yardımına koşmuş ve İmam tarafından Basra valisi olmuştur.[169]

Muhammed İbn Ebu Bekir (Birinci halifenin oğlu): Hicrî onuncu yılında dünyaya geldi. Kendisi İmam Ali’nin (a.s) has ashabından idi ve önceki halifelerin Hz. Ali’nin (a.s) hakkını yediklerine inanmaktaydı. Şöyle diyordu: Hilafet için Hz. Ali’den daha layık kimse yoktur.[170] Muhammed, İmam Ali’nin (a.s) hilafeti döneminde Cemel, Sıffin savaşlarında İmamın yanında yer almıştır. Hicrî 36 yılında Ramazan ayında Mısır valisi oldu ve Hicrî 38. Yılında Safer ayında Muaviye ordusu tarafından öldürüldü.[171]

Meysem-i Tammar: Meysem Temmar Esedi Kûfi, İmam Ali, İmam Hasan ve İmam Hüseyin’in (a.s) has ashabından idi. O, “Şartetu’l Hamis”ten birisiydi. Bu grup, savaşlarda son nefeslerine kadar İmam Ali’nin yanında yer alarak ona yardım edeceklerine dair İmam Ali (a.s) ile ahitleşmişlerdi.[172]

Veysel Karani: Uveys b. Amir Muradi Karani, Zahitliği ile meşhurdur. Kendisi Hz. Peygamber hayattayken ona iman etmiştir.[173] Uveys, İmam Ali’nin (a.s) has yaranlarından idi ve İmama biat ederek son nefesine kadar onun yanında yer alacağına ve savaşlarda asla ona sırtını dönmeyeceğine dair söz vermişti.[174]

Zeyd b. Suhan: Zeyd b. Suhan Abdi, İmam Ali’nin (a.s) ashabındandı. İmam Ali’nin savaşlarında düşmana karşı savaşmış ve sonunda Cemel savaşında Nakisin ordusu tarafından öldürülmüştür.[175]

Sa’sae b. Suhan: Sa’sae b. Suhan Abdi de İmam Ali’nin (a.s) ashabından idi. İmam Ali’nin (a.s) savaşlarına katılmıştır.[176] Kendisi Osman’ın ölümünden sonra İmam Ali’ye (a.s) biat eden ilk kişilerden birisidir.[177]


source : abna24
0
0% (نفر 0)
 
نظر شما در مورد این مطلب ؟
 
امتیاز شما به این مطلب ؟
اشتراک گذاری در شبکه های اجتماعی:

latest article

Ayete'l Kürsi'nin Önemi, Fazileti ve Faydaları
NAMAZDA ELLERİN KONUMU
PEYGAMBER AŞIĞI
KISACA İMAM RIZA (A.S) IN HAYATI
İmam Hüseyin (as) ve Fakir
Gül Muhammed’im
İMAM HASAN ASKERİ (A.S.)’DAN NAKEDİLEN HADİSLER
HZ.FATIMA (S.A)’NIN AHLAKİ ÖZELLİKLERİ
İlahi Dergâhta Dua ve Yakarışın Felsefesi
ŞİİLER MEZHEPÇİLİK Mİ YAPIYOR?

 
user comment